Çıplaklık

28 Mart 2010 Pazar

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

3 Şubat 2010 Çarşamba

İf-İstanbul 11 Şubat 2010 günü perdelerini açtı. Bu sene filmler tamamen AFM sinemalarında gösteriliyor. Cadddebostan, İstinye Park ve Beyoğlu Fitaş da. Benim de festivale katılasım var. Bu amaçla bir kaç film seçtim. Festival de izlenebilecek filmlerden bahsedeyim diyorum biraz. Bunun yanında daha önce izleme olanadığı bulduğum bir kaç film hakkında konuşayım.





Here (Burada)-2009








Here (Burada) filminin tamamını izlediğimi söyleyemem. Filmi izlediğim sırada biraz uyukladım. O yüzden hakkında pek de bir şey söylemek istemiyorum ama yine de bir kaç şey söyleyeyim diyorum. Filmin başında karısını öldüren bir adam görüyoruz. Ve bu bölümde hiç konuşmuyor. Sonra polisi arıyor ve akıl hastanesine yatırılıyor. Ben bu kısımdan sonra uyuklamaya başladım işte. Nerdeyse filmin başı sayılabilecek bir yerde. Ağır ve aksiyon yok filmde. Bir ara uyanıp tekrar filme bakıyorum. Film de hastaları iyileştirmek için yaşadıkları olayları video çalışmaları üzerinden ilerletiyorlar. Bir tür hastaları iyileştirme yöntemi. Hastalar bu filmlerin kurgularını da kendileri yapıyorlar, hatırladığım kadarıyla. Böylece bir şekilde iyileşiyorlar. Bunun dışında film bir belgesel havasında ilerliyor. Sanki oyuncular değil de gerçek akıl hastalarının oynadığı izlenimine kapılıyorsunuz. Zira film de hastaların sürekli belgelere imza attıklarını görüyoruz. Onların onayları alınıyor. Aslında filmden daha bahsetmek isterdim ama dediğim gibi pek izleyemedim. Yine de bir şeyler diyeyim dedim. İzlemezseniz olmaz demiyorum. Bu tür şeylere ilginiz varsa ve canınızın sıkılacağını göze alıyorsanız izleyin derim. Film çeşitli festivallerde gösterilmiş.


2009 Cannes Film Festivali
Pusan Film Festivali
Karlovy Vary Film Festivali
Varşova Film Festivali
Torino Film Festivali
Bangkok Film Festivali
Oldenburg Film Festivali




Politist, adj. (Polis, s.)


Filmin tamamını izledim doğrusu. Beklentilerimi karşılamadı değil ama biraz yoruyor film insanı. Cannes ödüllü bir film sonuçta. Türkiye'de Nuri Bilge Ceylan filmleriyle kıyaslanacak ağırlıkta bir film. Hatta daha da ağır. Polis memurumuzun bir iş için bir yere gitmesi gerekiyor fakat orası kapalı belki 10-15 dk. sonra gelecek o kişi. Filmi izlerken sanki orada o kadar bekleyecekmişsiniz gibi bir his uyandırıyor film öncelikle. Film boyunca az konuşma var. Adamın masada öylece oturup yemek yemesini seyrediyorsunuz. Bu sırada eşiyle farklı edebi tartışmalar yaşamıyor değiller. Ama filmin final sahnesi, sanıyorum ki filmi film yapan kısım. Polislik ve ahlaki bakışıyla karşı karşıya kalma durumu. Uyuşturucu kullanan bir gencin peşindedir kahramanımız. Fakat Avrupada bir çok ülkede artık bu suç sayılmamaktadır ve yakın bir zaman da Romanya'da da kalkacağını düşünmektedir. Çoçuğu tutuklamak istememektedir fakat polislik görevini yapması gerekmektedir. İşte bu ikilemli durum çerçevesinde ilerliyor film. Filmin sonunda ki uzun süren konuşma her şeyi tamamlıyor. Tek plan da her şeyi anlatıyor filme dair. Böyle bir sahne Hunger filminde de vardı. Peder ve mahkumumuz konuşuyorlardı uzun uzun. Neyse benden bu kadar bu filmle ilgili. Gidilebilir bir film. Notumu vereyim hemen 5/3.




2009 Cannes Film Festivali: Belirli Bir Bakış – Jüri Ödülü,
FIPRESCI Ödülü
Transilvanya Film Festivali: Transilvanya Ödülü
Toronto Film Festivali
New York Film Festivali
Palm Springs Film Festivali
Vancouver Film Festivali
AFI Film Festival
São Paulo Film Festivali


Bu iki film dışında iki tane de kısa film izledim. Bunlardan bahsetme gereği duymuyorum şimdi. Şimdi bu filmleren bahsettikten sonra İzlemeye değer bulduğum filmlerden bahsedeyim. Hatta çok da bahsetmeyeceğim. Belirteyim.


An Education (Aşk Dersi)
Bu filmi çok merak ediyorum fakat izleyemeyeceğim. İzlemek için param yok. Oscar adayı. Umarım gösterime girer. Bir de böyle sevgililer günü arifesinde gösteriliyor. Gidin derim. Bir yerden bulup izleyeceğim.


Precious (Precious: Acı Bir Hayat Hikayesi)

Gitmeyi istediğim bir diğer film. 13 şubat günü gösteriliyor. Oscar adaylarından bir diğeri bu da. Gerçekten zorlu bir hikayesi var bu filmin. Bunu da izleyemeyeceğim bütçeme uygun değil zira. Ama bulup izlerim bir yerden. Gidin derim.



Samson & Delilah
Bu film de önerilerim arasında. Vaktiniz varsa gidin derim.

Soy Cuba (Ben Küba)

Bu filmle ilgili Altyazı dergisi yazarları sonrasında bir okuma yapacak. Ben merak ettim gidebilirim. Siz de gidin eski bir film en azından bulup izleyin.

Moral Bozukluğu ve 31
Türk yapımı olduğu için ilgimi çekiyor doğrusu. Güzel olabilir.

The Lovely Bones (Cennetimden Bakarken)
Çok ilgimi çekmemekle beraber gidilebilir bir film.

Food, Inc (Gıda, Ltd.)
İlginç bir film, belgesel olabilir. Gidilesi.

Cold Souls (Dondurulmuş Ruhlar)

Merak ettiğim filmler arasında. Gidin derim.

Bronson
Bu filmi de merak ediyorum. Gitmek gerek. Para durumuna bağlı gitmem. Gidilesi.

Crazy Heart (Çılgın Kalp)
Merak ettiğim bir başka film daha. Bildiğim kadarıyla Jeff Bridges buradaki rolüyle Oscar adayı. Favorilerden biri hatta. Gidilesi.

The Good Heart (İyi Yürek)
İyi olduğunu düşündüğüm filmlerden biri daha.

Red Riding Üçlemesi

Ben bu filmlere biletimi aldım. Siz de alın yer varsa.

Un prophète (Yeraltı Peygamberi)
Yılın filmlerinden biri daha. Oscar yabancı film adaylarından. Favorilerden yine. Cannes'dan ödülle döndüğünü söyleyeyim. Gitmek gerek bu filme.

http://2010.ifistanbul.com/ Adresine girerek filmler hakkında detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz zaten. Gidin de gidin yani. 2.5 liraya film izleyin. İstanbulda en ucuz 8 lirayken bu festival ilaç gibi aslında.

O Zemini O Hale Getirenleri Kınıyorum.

29 Ocak 2010 Cuma



O Zemini O Hale Getirenleri Kınıyorum

27 ocak 2010 günü Trabzonspor ve Orduspor arasında ki Türkiye Kupası maçı Trabzon'un Avni Aker Stadı'nın zemininin bozulmasına yol açmış. Aslında yoğun kar yağışı nedeniyle stadın zemini tamamen karla kaplanmış. Trabzonspor yönetimi maçın bir gün ertelenmesini istemiş fakat Futbol Federasyonu bunu kabul etmemiş. Bunun nededi aslında yayıncı kuruluşdan kaynaklı. Milyon dolarlık sözleşmeler imzalıyorlar ve maçların tam saatinde yayınlanmasını istiyorlar. Peki bozulan o zeminin hesabını kim verecek. Trabzonspor yönetimi maç bir gün ertelenseydi biz de çalışmalarımızı ona gçre yapardık, zemin de böylesine bozulmadı diyor. Maça hazırlamak için yaptıkları çalışmalarda zeminin bozulmasına, uzun süre eski haline gelemeyecek duruma gelmesine sebep olmuş Gerçekten zeminin son halini gördüğünüz de içiniz parçalanır. Burada büyük oranda zeminin onarılması için harcanacak para değil, bu zeminin ne zaman eski haline döneceği ve acaba dönebileceği mi? Bu yüzden Trabzonspor da etkilenecektir elbette. Biz sürekli yurtdışında ki zeminlere bakıp hayranlık duyuyoruz fakat gelin görün ki elimizde ki güzel şeyleri de harap etmek de üzerimize yok. Saha zemini balçık olmuş, artık orada top oynamak mümkün değil. En azından görüntü bize bunu söylüyor. Bu Futbol Federasyonu'nun rezilliğidir doğrusu. Tabii ben burada Trabzonspor yönetiminin de hatası olduğunu düşünmüyor değilim. Meteorolojiden günlerdir yağacak kar ile ilgili açıklamalar ve uyarılar yapılıyor. İnsan hiç bir önlem almaz da o karın bütün zemini kaplamasını engelleyemez. Teknolojiden bu kadar mı yoksundunuz be kardeşim. Hatanın büyük çoğunluğu sizde elbette. Ama para için o stadın zeminin kurtarılma ihtimali varken buna izin vermeyen Futbol Federasyonu da suçludur. Orası Trabzonspor yönetiminin ya da başkalarının stadı değil. Orası halkın stadır. Bu ülkenin insanlarınındır. Oranın zeminin yapılması için para yine bu halktan çıkacaktır. Ayıptır!! Günahtır!!

Son Dakika Haberi: Ömer Uluç Vefat Etti.

28 Ocak 2010 Perşembe




28 ocak günü (yani bugün) Ömer Uluç ölmüş. Kimdir? Necidir? bilmiyorum doğrusu. Tabi bir anda onun ölümüyle ilgili bilgiye maruz kaldığımdan bakma gereği duydum. Bir Türk ressamıymış. Benim için yaşayan en büyük!! Türk ressamı Bedri Baykam!! olduğu için Ömer Uluç da kimmiş. Cüneyt Özdemir haber kanallarında Ömer Uluç'un ölümüyle ilgili hiç haber olmamasına, bir çok transfer olayının son dakika haberi diye duyurulmasına sitem ediyor twitterda ki hesabından. Bunun üzerine bari ne zaman defnedilecek onu da biz yapalım diyor. Açıkcası televizyon da iyi bir Cüneyt Özdemir izleyicisi değilim. Hatta hiç izlemiyorum diyebilirim. Şimdi neden o zaman takip ediyorsun adamı diyeceksiniz. Ehh işte sayesinde Ömer Uluç'u öğrenimş oldum. Ama!!! Acaba geç mi kaldım ? Bu ülke de Ömer Uluçlar karın doyurmuyor fakat bunu Cüneyt Özdemir ya hala anlamadı ya da anlamamaya çalışıyor. Sanki televizyonda Ömer Uluç öldü. Şok Şok Şok, diye çıksa insanların çok da umurunda olacağını sanıyor. Sadece kendisi gibi bir şeyleri fazla takip eden, fazla bilgi müptalası aydın takımının ilgisini çekecek bu haber. Zaten haberiniz yok mu? Şimdi bir iki program da onun anısına bir şey görürüz. Eee, sonra ne olacak. Unutulacak. İnsan soruyor şimdiye kadar aklınız neredeydi? Ömer Uluç sanki dün ortaya çıkmış gibi. Hani günahını almayayım derler ya, ben alıyorum, siz Cüneyt Özdemir ve türevleri Ömer Uluç'un televizyonlarda son dakika haberi olarak çıkması için ne yaptınız şimdiye kadar merak ediyorum. Büyük ihtimal yapmadınız bir şey. Ama öldü ya, hemen değerlendi. Lanet basın bir haber yapmaz mı demeye başladınız. Komik işler bunlar. Ömer Uluç'un varlığı sadece size ve sizin gibilerin işine yarayacak. Evet aydın insanı severiz. Ömer Uluç'u tanıdık bundan sonra onu da severiz. Ama sizler varya sizler. Sopalıksınız. Yapmadığınız, çaba göstermediğiniz şeyler var ama başkalarına laf söyleyip durursunuz ancak. Bakın Bedri Baykam ölsün, bırakın ölmeyi ayağı tökezlesin son dakika haberi olur. Çünkü siz ve sizin gibiler adamı başımıza çıkardılar. Şimdi Bedri Baykam'ın sanatına laf edecek halim yok, onu da tanımam etmem. Spermleriyle yaptığı resim çalışmalarını duydum sadece, bunun ötesine de gitmez bildiklerim. O da ne kadar doğrudur bilemem. Ama adam medya maymunu ne beklersiniz ki. Spor yorumculuğu da yapar, yeri gelir sanat adamı kesilir konuşur, yeri gelir siyasettir işi. Zaten her konuya söyleyecek bir şeyi olanlar bu ülke de adam yerine konuluyor. Tabii ki söylemesin demiyoruz ama siz başımıza çıkardınız bunları Cüneyt Özdemir. Bir de Hıncal Uluç gerçeği. Bilgisine, görgüsüne saygımız sonsuz!!! Ama adamın üzerine konuşmadığı bir şey var mı merak ediyorum. İşte onun gibi insanlar da öldülerinde son dakika haberi olacaklar. Topuklarına bir taş gelse anında haber olacaklar. Ama Ömer Uluçlardan kimsenin haberi olmayacak. Bunun sebebi de yine sizsiniz Cüneyt Özdemir. Eğer o önünüzde açık duran beş kanaldan hiç birinde göremiyorsanız bir haber. Abuk subuk adamların ortalarda dolaştığı bir devir de ne bekliyorsunuz ve hala neye sitem ediyorsunuz. Bu ülke de çok azdır öldükten bir gün sonra yaşamaya devam eden insan sayısı. Bir gün siz de unutulup gideceksiniz. Diğerleri gibi. Ve kimse de son dakika haberi olmamanıza şaşmayacak.

Kapitalist Ruh

27 Ocak 2010 Çarşamba




Kapitalist Ruh



İnsanların birbirleriyle iletişim kurması ne kadar kolay günümüzde. Bunun daha ne kadar üst noktalara ulaşacağını merak ediyorum. Işınlanmayı falan becerebilecek miyiz acaba ? Ya da bir zaman-makinası yapmak mümkün olacak mı? Bunları yapmak imkansız bile diyemiyorum. İnsanın hayal-gücünün ve yapabilme yeteneğinin sınırı yok. İletişim araçları günümüzde bu kadar gelişmiş olduğundan her işimizi kolaylıkla yapabiliyoruz. Ama bir yandan şu da var ki, bunların esiri haline de gelebiliyoruz. MSN, Facebook, twitter, myspace, telefon, 3G v.s. Hayatımızı o kadar sarıp sarmaladılar ki, bunlardan uzak durabilmek artık imkansız hale geldi.

Ben bilim-çocuk dergisinin mektup arkadaşı köşesinde kendime mektup arkadaşı aradığım günleri hatırlıyorum. Belki çok da uzak bir zaman değil benim için ama artık bunu yapabilmek ne mümkün. Arkadaşlarımızın doğum günlerini, ev telefonlarını not defterine kaydettiğimiz günler çok uzakda artık. Facebook ve türevleri bizim ajandamız oldu. Oradan etkinliklere bir katılıyorum diyerek, onun size haber vermesini bekliyorsunuz. Hatta beklemiyorsunuz bile o haber veriyor. Kısaca küreselleşmenin dibine vurduk. Tavan yaptı artık ve geri dönülemez bir yola da girdik.

Bu kadar küreselleşmiş bir dünya da sınıf mücadelesi bile anlamını yitirdi. Hayali paraların ortalarda dolaştığı borsalar kapitalizmi her gün bir üst seviyeye taşıyor. Paralar o borsadan bu borsaya bir kaç broker sayesinde uçuşuyor. Yaptığınız işe yabancılaşmak, onun esiri olmak. Tekel işçileri yıllarca o fabrikalarda çalışıp durdular. Kimi muhafazakar, kimi solcu, kimi orta yolcu fakat bugün haklarını aramak, mücadele vermek için bir aradalar. İçlerinden birisi çıkıp; "bizim ideolojik bir hareketimiz yok, sadece hakkımızı istiyoruz" diyor. İşte bu söylem önemli. Çünkü bugün ideolojik kavgalar kürsülerden, televizyonlardan, internetten, gazetelerden v.s. bir kaç kendini belli bir kesime yakın gören aydınların yaptığı şeylerden öteye gidemiyor. Bugün tekel işçilerinin, itfaiyecilerin ortaya koyduğu direniş önemlidir. Fakat bardak taşana kadar hiç bir şeyden haberi olmayan bu insanlar, açlığa, sefalete direnen bu insanlar; yoksul olma hakları bile ellerinden alındığında ancak bir mücadele gösterebiliyorlar. Bugün işlerine tekrar geri döndüklerinde onlar için hiç bir sorun kalmayacak. Unutulacaklar. Çünkü en başta da dediğim gibi iletişim ağları o kadar genişledi ki, onlar istemese de birileri tarafından bunların hepsi unutulacak ve unutturulacak.

Aslında bugün yapılması gereken, orada duran Tekel işçilerinin hareketinin büyütülmesi, bir emek, bir sınıf mücadelesi haline dönüştürülmesidir. Onlar aslında hiç bir zaman, bu düzende haklarını alamayacaklar. Belki bunun farkında ola ola, seyretmeye, sırtlarını dönüp, gözlerini kapayıp bu düzenin oyuncusu olmaya devam edecekler. Ta ki başkaları da onlar gibi çıkıp bu tür bir direniş yapana kadar. Kapitalizm bunları sever. Karşı çıkmaz, arada heyecan arar. Çünkü bu tür direnişleri bastırmak onun görevidir ve bunu her yaptığında daha da güçlenir. Bunun yapılmasını engeller. Başkalarının bunu yapmasına izin vermez, gözlerini korkutur. Tehdit eder. Biz de uyumaya devam ederiz.

Mantık Dışı Şeyler

26 Ocak 2010 Salı

Merhaba,
Blog yazmanın o dayanılmaz hissiyatına girmeye karar verdim. Daha önce hiç blog yazmadım mı? Yazdım elbette. Ama yazamaz olmuştum. Şimdi yeniden başlıyorum. Nasıl bir blog olur bilmiyorum fakat yazdığım şeylerde illa da bir düzen, bir mantık aramamak gerek. Aklımıza ne gelirse konuşuruz burada. Sinema, edebiyat, kitaplar, cinsellik, gündem, spor, felsefe, v.s. Bu böyle gider. Aklımıza ne gelirse. Hatta blog da yazmak isteyen falan olursa yazabilir. Şimdi den söylüyorum. Bu blogun yazarı olabilirsiniz.

***

Şimdi bir şeyler yazacağız tabi. Böyle "merhaba" deyip kaçmak olmaz. Aslında bu aralar Türkiye ve dünya gündemi hayli dolu. Haiti depremi ve Amerika'nın burada uyguladığı askeri politika önemli bir hal aldı. Türkiye'de Tekel işçilerinin direnişi 43. gününde Tayyip'ten yanıt buldu. Randevu vermiş Tayyip bey. Darbe söylemleri her gün farklı bir boyut kazanıyor. Ocak ayında Hrant Dink ve Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümleriydi ve anıldılar.

Son bir kaç gündür ülkenin batısında kar yoğun bir şekilde etkisini gösterdi. İstanbul'da trafik fena. Karı sevmiyorum sanırım. Hele de bu kadar yoğun yağdığında. Eskisi gibi sokağa çıkıp, kardan adam da yapamıyoruz artık.


60. Berlin Film Festivali'nde ise dört tane Türk filmi gösterilecek. Reha Erdem'in Kosmos'u, Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba'sı, Tayfun Pirselimoğlu'nun Pus'u Forum bölümünde gösterilecek. Semih Kaplanoğlu'nun Bal filmi ise yarışma bölümünde. Bu sayı iyi. Zira Türkiye bağımsız sineması gişede beklenileni veremese de, bu tür festivallere katılarak ve ödüller alarak değerleniyor. Gişeyi bir kıstas olarak almamakla beraber, gişeyi fazla da dışlamamak gerekiyor. Neden bu insanlar bu filmleri tercih etmiyorlar da, Recep İvedik, Yahşi Batı gibi filmleri seçiyorlar. Ben bunun bir nedeninde iletişim organları olduğunu düşünüyorum. Zira memlekette bu filmlerle aynı kategoride olmayacak, bir ticari film diyemeyeceğimiz Eşkıya da iyi bir gişe yapmıştı zamanında.

Spor gündemi de bir hayli yoğun geçiyor aslında. Basketbolda Efes Pilsen son 16'ya kalmayı başardı. Futbol da ikinci yarı başladı. Fenerbahçe liderliğini devam ettiriyor. Voleybol bayanlarda ise Fenerbahçe-Acıbadem hem ligde hem de Şampiyonlar liginde yenilgisiz gidiyor. Avusturalya Açık tenis de Marsel İlhan biraz da şansla ana tabloya çıkmayı başardı. İlk turda rakibi Fransız Sebastian Grosjean'ı eledi fakat 2. turda elenmekten kurtulamadı. Büyük başarı.

Şimdilik benden bu kadar. Hafif ve sıkıcı bir başlangıç oldu farkındayım ama olur böyle şeyler. Daha sıkı olacağız. İzlemeye devam edin.